< Tüm Blogları İncele

Ayakta Durmak İçin Ofis Tasarlamak mı?

Son zamanların çalışma alanlarını eleştirirken en çok duyduğumuz kalıp hiç kuşkusuz “eskinin sigara alışkanlığı bugünün oturma alışkanlığı” oluyor (“sitting is the new smoking”). Bugünün dünyasında uzun süreli bir yerde oturmanın, sigaranın bedende bıraktığı kalıcı hasarlar kadar yıkıma sebep olduğunu ortaya koyan pek çok araştırma karşımıza çıkıyor. Bir süre öncesine kadar su içmemizi hatırlatan giyilebilir teknolojiler artık neredeyse her yarım saatte bir ayağa kalkmamızı hatırlatır hale geldi.

Peki, bugüne kadar oturma üzerine kurulu ofisler, bu yeni risk karşısında nasıl yapılanacak? Bizim kültürümüzde de pek çok kalıpta sıklıkla kullandığımız “oturma” eyleminin yerine neyi koyacağız. Diğer bir deyişle, yeni işe başlayan her arkadaşımızın çoğu zaman ilk sorduğu soru olan: “Ben nerede oturacağım” sorusunun yerini hangi soru alacak?

Pek çok kişi gibi bu sorular bizi de sıklıkla düşündürüyor. Değişimlerin vakit aldığını düşünürsek, bu paradigma değişikliği karşısında geliştireceğimiz çözümlerin de bir anda olmayacağını kabul etmemiz gerek. Bu geçiş, küçük adımlarla ve zamanla olacak. Peki, ilk adımlar ne olacak?

Aslında ilk adımlar 2000’li yılların başında başladı. O yıllarda “Go cloud Go mobile” temasıyla çalışma alanlarında ya da masaların etrafında toplanmaktan mobil cihazların ekranları karşısında birbirimizle konuşmaya, fiziksel olarak bir yere değil yapılacak görevlere odaklanmaya geçmiştik. Bu geçiş ile üzerine bilgisayar, telefon, kalemlik, kişisel fotoğraflar dizdiğimiz, çekmecesine fotoğraf makinası, not defteri, bazen parfüm, kravat ve ayakkabı koyduğumuz masalarımıza bağımlılığımız bir parça azalmıştı.

Oysa şimdi sadece kendi masamıza değil; tüm masalara bağlılığımızın yavaşça ortadan kalkması gerekiyor. Kabul etmeliyiz ki insan bedeni geçmişin hiçbir aşamasında oturup bir ekran karşısında hayatını devam etmeye evrilmemiştir. Günümüzün iş dünyasının en önem verdiği kavramlar olan verimlilik, etkileşim ve hareket de bu değişimin en önemli rüzgarı aslında. Bu süreçte pergelin sabit kalacak ayağına mutlaka insanı koyarak alınabilecek önlemler var. Çalışana, verimliliği ve etkinliği göz ardı etmeden masadan kalkacak bahaneler sunarak bir ofis tasarlanabilir. Diğer bir deyişle, yeni ofisler çalışanı iş kaybı olmadan masasından kalkmaya teşvik edecek şekilde fitbit’inize göre yani adeta tüm hareketlerinizi kaydeden akıllı bir teknolojiymişçesine tasarlanmalı. Buna en güzel örnek masaların yanında yer alan küçük kişisel dolapların, her masanın altında bulunan çöp tenekelerinin kaldırılması, ya da bir alt kattaki çalışma arkadaşınız ile görüşmek istediğinizde imdadınıza şirket içerisinde tüm iletişim ve etkileşimin artmasında büyük rol oynayan iç merdiveninin yetişmesi olabilir. Başka bir yöntem ise eskinin rahat koltuklu toplantı odalarının yerini, hızlı kararların alınabileceği ayakta toplantı odalarına bırakması olabilir. Çalışanları sabit konumda tutmaktansa yerinde tutmaya değil; belirli aralıklarla hareket etmeye teşvik etmek daha sağlıklı bir seçim olacaktır.

Sonuç olarak artık kurumların yeni “challenge”ı çalışanlarını masalarından kaldırmanın yolları bulmaktır. Bu noktada Winston Churchill’in “Önce biz binalarımızı şekillendiririz, daha sonra onlar bize şekil verir.” sözünü unutmamak gerek: Biz ofislerimizi çalışanlarımızın daha fazla hareket etmeleri yaklaşımı üzerinden kurgularsak, ofislerimiz de bedenimizi ve sağlığımızı şekillendirecek.